Mutluluk İçin Ne Yapılmalı?
Hayatın öznesi insandır. Hayalleriyle, hayal kırıklıklarıyla. Arzularıyla, tutkusuyla… Yaş, cinsiyet, inanç, etnik köken ayrımı olmaksızın!.. İnsan olmaktır istenen. İnsan olmasıdır karşımızdakinden beklenen.
İnsan olmak üst kimliğimizdir. İnsanlık medeniyeti etiketimiz. Evrene bıraktığımız izdir; insanlığımız.
İnsan!.. Doğası gereği haz canlısıdır. Zevk almak ister yaşamaktan. Mutlu olmak ister. Bunun için bakar gözleri. Mutluluk için. Bunun için düşünür. Bunun için hisseder ve bunun için davranır. Hepsi mutluluk içindir.
Temelde iyilik güzellik arar ancak durum sadece öyle mi?
Korkuları var insanın bir kere. En çok da kendi yarattıklarından. Fakirlikten, savaşlardan korkuyor insan. Güçlü olması gerektiği kaygısı ile yaşıyor. Güçlü olmak istiyor. Beklenti bu. Doğanın kanunu “doğal seleksiyon”. Güçlü ve donanımlı olan yaşıyor. Her geçen gün bir öncekinden daha güçlü olmak zorunda tıpkı bir ceylan tıpkı bir arslan gibi. Sadece birazcık farklı. Diğer canlıların yaşam motivasyonu ve insanın ki küçük bir nüansla ayrılıyor.
İnsanı ayıran nüans yaşam motivasyonunun farklılaşması. Yaşadığı coğrafyaya ve zamana kendinden birşeyler katma çabası. Zamanı ve mekanı etkileme ihtiyacı belki de. Çünkü diğer canlılar da roller belli. Ya avsın ya da avcı. İnsan söz konusu olunca rol tanımlaması belirgin karakterini kaybediyor. Ne av ne de avcı görünümünde. Başka bir perpektiften bakınca da güçsüzsen av güçlüysen avcı görünümünde oluyor. Şöyle ki; insan dışındaki canlılar gelecek nesillere hayatta kalma bilgisini ve bununla birleştirerek neslini devam ettirme bilgisini aktarıyor. Yeni gelen de aktarılanı alıp kullanıyor ve neredeyse olduğu gibi kendinden sonrakine aktarıyor. Basit bir yaşam döngüsü. Halbu ki insan öyle mi? Diğer canlılara benzeyen bir yaşam döngüsü ve motivasyonun da mı? Yanıt basit ve net. Tabi ki değil. Çok daha kompleks çok daha entegratif. Değişime ve gelişime açık. Haliyle farklılaşma ve çatışmaya da.
Hele günümüz modernitesinde durum daha da sert bir ring halini almışken. Güçlenmek isteyen insanoğlu “Erk Yapılanmasını” neredeyse amaç haline getirmiştir.
Gündelik yaşamın hızlı döngüsü içinde her yaştan, cinsiyetten insan yetişme ya da yetiştirme, anlama ya da anlatma, yapma ya da yapamama sarmalına sıkışmış haldedir. İhtiyaçlar değişmiş buna bağlı olarak ihiyaçları karşılama biçimleri de değişmiş ve hızla da değişmektektedir. Örneğin; bilgi hızla büyümüş. Teknoloji hızla gelişmiştir. Nüfusu hızla artan insan daha çok tüketmek ihtiyacına karşılık daha çok üretmek alternatifine yöneldiğinde toplumlar tarım ekonomisinden hızla sanayi ekonomisine buna bağlı olarak da pazar ekonomisine geçmiştir. Yaşam kültürü de bu radikal denebilecek üretim modeli değişmesiyle tüketim modellerinin yeni koşullara adapte olmasıyla şekilllenmiştir. Sonuçta insan giderek doğadan uzaklaşmış. Şehirlere yönelmiş. Metropoller oluşmuştur. Kırsal da homojen yapıda benzer karakterde küçük gruplarla yaşayan insan; kalabalık, heterojen hatta kültür, ihtiyaç, duygu ve düşünce gibi bir çok alanda birbirinden farklılaşan yapıların bir arada yaşadığı grup kültürüne geçmiştir. Sonuç olarak da; daha kalabalık ama yalnız, daha güçlü ama kaygılı; daha çok üreten ama az paylaşan; daha çok şeye sahip daha güçlü ama bir o kadar da daha kaygılı. Gergin, telaşlı, baskı altında hissetmektedir.
Günümüz hızlı gelişen ve değişen modernitesi ile beraber değerler sisteminde de özellikle tüketime dayalı bir yönelim öne çıkmıştır.
Hızlı döngülü tüketimle beraber bir çok beklenti de; “Kazanmaya dayalı rekabet” olarak açıklanabilecek tek ve güçlü bir yapıya dönüşmüştür.
Böylece bir toplumun ilerleme dinamikleri olan; ortak hedef ve beklenti oluşturma, paylaşma, uzlaşma, sebat etme, karşılıklılık ilkesi, adalet, haklar ve sorumluluklara özen ve tolerans gibi bir çok değer kazanmaya dayalı rekabet potasında güçlünün haklı ve hakkı olduğu bir kısırlıkta erozyona uğramıştır.
İnsanlar; ilişkilerinde gergin, işlerinde verimsiz, daha az tolerans gösteren duygu, düşünce ve davranış özellikleri gösterir olmuşlardır. Katı bir bireycilik anlayışı gelişmiştir. Eğitimde daha güçlü olmak daha iyi mesleğe, iyi meslek daha çok alım gücüne endekslenmiş haldedir. Hal böyle olunca en yakın arkadaşınız eğitim rekabeti içinde en azılı rakibiniz, birlikte çalıştığınız arkadaşınız kariyer tehdiniz, eşiniz aileniniz yetememe kaygınız olma yolundadır artık.
Duygu, düşünce ve davranış örgütlenmelerimiz ise; yetersizlik temelli bir kaygı düzeneği haline gelmekte. İletişim ve ilişki yönetimi duygusal erozyona uğramakta. Karşındakini ikna etme kazanma ikna olma yenilme olarak görülmekte. Eleştiriye yaklaşımımız kendimizi geliştirme fırsatından aşağılanma algısına dönüşmüş durumda. Sonuçta birlikte yaşayan ama birbirini anlayamayan, kalabalık ama yalnız, umutlu görünen ama daha çok hayal kırıklığına uğramaktan korkan güvensiz ve şüpheci karakterlerden oluşan topluluklar halinde yaşıyoruz. Ortada olan durum yaradılışımızda olan insani değerler ekseninde mutluluk vizyonumuzu daraltan net bir erozyondur.
Bu erozyona karşın mutlu bir toplum ise üretken olmaktan geçer. Üretken olabilmek ise doğru ve faydalı bilginin, uygulanabilir ve kullanılabilir sunumundan. Hem örgün eğitimde hem yaygın eğitimde. Sadece bilginin ve gücün yüceltildiği değil duygunun akılla birleştirildiği bir modele olan ihtiyaçtır bu. İnsanın değişirken ve gelişirken kendini tanımaya çalıştığı, başkalarını anlamak için kafa yorduğu, vizyoner ve motivasyonel olmaya çalıştığı, sebatkarlığı ve sadakati ihmal etmediği, farklılıkların ayrışma referansları değil zenginleşme parametresi olduğu bir uzlaşma kültürüne ihtiyacımız kaçınılmaz. Öncelikli olarak da bu sayede negatif odaktan çıkmaya ihtiyaç var. Pozitif bir algıya, pozitif duygulara, pozitif düşüncelere, pozitif davranışlara ihtiyaç var.
İnsanı anlamak, bizden sonrakilere anlatmak için pozitif bir psikolojiye ihtiyaç var. Negatif bakıştan kendimizi özgürleştirmeye, tıpkı bir yumurta gibi. Dışarıdan vurulunca kırılacağı korkusuyla katılaşan olmamak için içeriden kırıldığında yeni bir yaşamın müjdecisi olmak adına. Kabuğumuzu içten kırmaya ihtiyacımız var. Korkularımızdan, kaygılarımızdan özgürleşmek ve diğerlerini de özgürleştirebilmek için.
Kısacası; yeni bir paradigmaya ihtiyacımız var. Çözüm çabasında dahi “sorun tarama ve çözme” algısı eksenine sıkışmayan, üretken ve katılımcı kimliği ile bireyin kendini keşfettiği, hem fiziksel hem de toplumsal yaşam ortamını ve figürlerini değerlendirebileceği dinamik ve çok yönlü bir dönüşüm paradigmasına.
İnsana ve hayata dokunan… Yaşamın renkleri, melodisi, ritmi ve dokusu ile derinleşen yeni bir yaşam kültürüne. Mutluluk için… İnsan için…