Blog

Dozen of articles. Improve your lifestyle now!

Mutluluk İçin Ne Yapılmalı?

Hayatın  öznesi insandır. Hayalleriyle, hayal kırıklıklarıyla. Arzularıyla, tutkusuyla… Yaş, cinsiyet, inanç, etnik köken ayrımı olmaksızın!.. İnsan olmaktır istenen. İnsan olmasıdır karşımızdakinden beklenen.

İnsan olmak üst kimliğimizdir. İnsanlık medeniyeti etiketimiz. Evrene bıraktığımız izdir; insanlığımız.

İnsan!.. Doğası gereği haz canlısıdır. Zevk almak ister yaşamaktan. Mutlu olmak ister. Bunun için bakar gözleri. Mutluluk için. Bunun için düşünür. Bunun için hisseder ve bunun için davranır. Hepsi mutluluk içindir.

Temelde iyilik güzellik arar ancak durum sadece öyle mi?

Korkuları var insanın bir kere. En çok da kendi yarattıklarından. Fakirlikten, savaşlardan korkuyor insan. Güçlü olması gerektiği kaygısı ile yaşıyor. Güçlü olmak istiyor. Beklenti bu. Doğanın kanunu “doğal seleksiyon”. Güçlü ve donanımlı olan yaşıyor. Her geçen gün bir öncekinden daha güçlü olmak zorunda tıpkı bir ceylan tıpkı bir arslan gibi. Sadece birazcık farklı. Diğer canlıların yaşam motivasyonu ve insanın ki küçük bir nüansla ayrılıyor.

İnsanı ayıran nüans yaşam motivasyonunun farklılaşması. Yaşadığı coğrafyaya ve zamana kendinden birşeyler katma çabası. Zamanı ve mekanı etkileme ihtiyacı belki de. Çünkü diğer canlılar da roller belli. Ya avsın ya da avcı. İnsan söz konusu olunca rol tanımlaması belirgin karakterini kaybediyor. Ne av ne de avcı görünümünde. Başka bir perpektiften bakınca da güçsüzsen av güçlüysen avcı görünümünde oluyor. Şöyle ki; insan dışındaki canlılar gelecek nesillere hayatta kalma bilgisini ve bununla birleştirerek neslini devam ettirme bilgisini aktarıyor. Yeni gelen de aktarılanı alıp kullanıyor ve neredeyse olduğu gibi kendinden sonrakine aktarıyor. Basit bir yaşam döngüsü. Halbu ki insan öyle mi? Diğer canlılara benzeyen bir yaşam döngüsü ve motivasyonun da mı? Yanıt basit ve net. Tabi ki değil. Çok daha kompleks çok daha entegratif. Değişime ve gelişime açık. Haliyle farklılaşma ve çatışmaya da.

Hele günümüz modernitesinde durum daha da sert bir ring halini almışken. Güçlenmek isteyen insanoğlu “Erk Yapılanmasını” neredeyse amaç haline getirmiştir.

Gündelik yaşamın hızlı döngüsü içinde her yaştan, cinsiyetten insan yetişme ya da yetiştirme, anlama ya da anlatma, yapma ya da yapamama sarmalına sıkışmış haldedir. İhtiyaçlar değişmiş buna bağlı olarak ihiyaçları karşılama biçimleri de değişmiş ve hızla da değişmektektedir. Örneğin; bilgi hızla büyümüş. Teknoloji hızla gelişmiştir. Nüfusu hızla artan insan daha çok tüketmek ihtiyacına karşılık daha çok üretmek alternatifine yöneldiğinde toplumlar tarım ekonomisinden hızla sanayi ekonomisine buna bağlı olarak da pazar ekonomisine geçmiştir. Yaşam kültürü de bu radikal denebilecek üretim modeli değişmesiyle tüketim modellerinin yeni koşullara adapte olmasıyla şekilllenmiştir. Sonuçta insan giderek doğadan uzaklaşmış. Şehirlere yönelmiş. Metropoller oluşmuştur. Kırsal da homojen yapıda benzer karakterde küçük gruplarla yaşayan insan; kalabalık, heterojen hatta kültür, ihtiyaç, duygu ve düşünce gibi bir çok alanda birbirinden farklılaşan yapıların bir arada yaşadığı grup kültürüne geçmiştir. Sonuç olarak da; daha kalabalık ama yalnız, daha güçlü ama kaygılı; daha çok üreten ama az paylaşan; daha çok şeye sahip daha güçlü ama bir o kadar da daha kaygılı. Gergin, telaşlı, baskı altında hissetmektedir.

Günümüz hızlı gelişen ve değişen modernitesi ile beraber değerler sisteminde de özellikle tüketime dayalı bir yönelim öne çıkmıştır.

Hızlı döngülü tüketimle beraber bir çok beklenti de; “Kazanmaya dayalı rekabet” olarak açıklanabilecek tek ve güçlü bir yapıya dönüşmüştür.

Böylece bir toplumun ilerleme dinamikleri olan; ortak hedef ve beklenti oluşturma, paylaşma, uzlaşma, sebat etme, karşılıklılık ilkesi, adalet, haklar ve sorumluluklara özen ve tolerans gibi bir çok değer kazanmaya dayalı rekabet potasında güçlünün haklı ve hakkı olduğu bir kısırlıkta erozyona uğramıştır.

İnsanlar; ilişkilerinde gergin, işlerinde verimsiz, daha az tolerans gösteren duygu, düşünce ve davranış özellikleri gösterir olmuşlardır. Katı bir bireycilik anlayışı gelişmiştir. Eğitimde daha güçlü olmak daha iyi mesleğe, iyi meslek daha çok alım gücüne endekslenmiş haldedir. Hal böyle olunca en yakın arkadaşınız eğitim rekabeti içinde en azılı rakibiniz, birlikte çalıştığınız arkadaşınız kariyer tehdiniz, eşiniz aileniniz yetememe kaygınız olma yolundadır artık.

Duygu, düşünce ve davranış örgütlenmelerimiz ise; yetersizlik temelli bir kaygı düzeneği haline gelmekte. İletişim ve ilişki yönetimi duygusal erozyona uğramakta. Karşındakini ikna etme kazanma ikna olma yenilme olarak görülmekte. Eleştiriye yaklaşımımız kendimizi geliştirme fırsatından aşağılanma algısına dönüşmüş durumda. Sonuçta birlikte yaşayan ama birbirini anlayamayan, kalabalık ama yalnız, umutlu görünen ama daha çok hayal kırıklığına uğramaktan korkan güvensiz ve şüpheci karakterlerden oluşan topluluklar halinde yaşıyoruz. Ortada olan durum yaradılışımızda olan insani değerler ekseninde mutluluk vizyonumuzu daraltan net bir erozyondur.

Bu erozyona karşın mutlu bir toplum ise üretken olmaktan geçer. Üretken olabilmek ise doğru ve faydalı bilginin, uygulanabilir ve kullanılabilir sunumundan. Hem örgün eğitimde hem yaygın eğitimde. Sadece bilginin ve gücün yüceltildiği değil duygunun akılla birleştirildiği bir modele olan ihtiyaçtır bu. İnsanın değişirken ve gelişirken kendini tanımaya çalıştığı, başkalarını anlamak için kafa yorduğu, vizyoner ve motivasyonel olmaya çalıştığı, sebatkarlığı ve sadakati ihmal etmediği, farklılıkların ayrışma referansları değil zenginleşme parametresi olduğu bir uzlaşma kültürüne ihtiyacımız kaçınılmaz. Öncelikli olarak da bu sayede negatif odaktan çıkmaya ihtiyaç var. Pozitif bir algıya, pozitif duygulara, pozitif düşüncelere, pozitif davranışlara ihtiyaç var.

İnsanı anlamak, bizden sonrakilere anlatmak için pozitif bir psikolojiye ihtiyaç var. Negatif bakıştan kendimizi özgürleştirmeye, tıpkı bir yumurta gibi. Dışarıdan vurulunca kırılacağı korkusuyla katılaşan olmamak için içeriden kırıldığında yeni bir yaşamın müjdecisi olmak adına. Kabuğumuzu içten kırmaya ihtiyacımız var. Korkularımızdan, kaygılarımızdan özgürleşmek ve diğerlerini de özgürleştirebilmek için.

Kısacası; yeni bir paradigmaya ihtiyacımız var. Çözüm çabasında dahi “sorun tarama ve çözme” algısı eksenine sıkışmayan, üretken ve katılımcı kimliği ile bireyin kendini keşfettiği, hem fiziksel hem de toplumsal yaşam ortamını ve figürlerini değerlendirebileceği dinamik ve çok yönlü bir dönüşüm paradigmasına.

İnsana ve hayata dokunan… Yaşamın renkleri, melodisi, ritmi ve dokusu ile derinleşen yeni bir yaşam kültürüne. Mutluluk için… İnsan için…

Türk Kadını Bakırköy’de Konuşuldu

Bakırköy Belediyesi tarafından düzenlenen ‘Pozitif Yaşam Buluşmaları’nın üçüncüsünde ‘Cumhuriyet Kadınları’ söyleşisi gerçekleşti. Modertörlüğünü Uzman Klinik Psikolog Orhan Gümüşel’in yaptığı ve Bakırköy Belediyesi Tarık Akan Konferans Salonunda gerçekleşen söyleşinin konukları; Av. Begüm Sayman, Oyuncu Dilek Serbest ve Yazar Selda Terek Bilecen oldu.

Bakırköy Belediyesi tarafından her hafta gerçekleştirilen ‘Pozitif Yaşam Buluşmaları’ bu hafta  alanlarında şöhreti yakalamış olan başarılı kadınları konuk etti.

Modertörlüğünü Uzman Klinik Psikolog Orhan Gümüşel’in yaptığı ve Bakırköy Belediyesi Tarık Akan Konferans Salonunda gerçekleşen söyleşinin konukları; Av. Begüm Sayman, Oyuncu Dilek Serbest ve Yazar Selda Terek Bilecen oldu.

Söyleşinin ekseninin özgürlük üzerine olacağını belirterek söyleşiye başlayan Orhan Gümüşel, bireyin çocuklukta kişisel özgürlüğünü kazanması gerektiğini söyledi. Gelişme çağında özgürlüğünü kazanamayanların özgürlüğün yerine bağımlılığı seçtiğini iddia etti. Gümüşel, “Bu bağımlılık aileye, teknolojiye, arkadaşlara, bir maddeye veya bir maneviyata olabilir. Kişisel özgürlüğe olan açlığı herkese ve her şeye olan bağımlılık doldurabilir” diyerek özgürlüğün insanlar üzerindeki etkilerini vurguladı.

Cumhuriyet Kadını Güçlü Olmalı 

Özgürlük vurgusu ile başlayan sohbete kendi hayatından örneklerle katılan Av. Begüm Sayman, özgürlüğün insanda gücü doğurduğunu belirtti. Kendine güvenmekle başlayan hayata özgür bir pencereden bakmanın özellikle kadınların hayatlarında önemli bir rol oynadığını belirtti. Sayman, “Cumhuriyet kadını bu ülkenin, bu cumhuriyetin kuruluşunda güçlüydü, güçlü olmak zorundaydı. Günümüz cumhuriyet kadını da böyle güçlü ve hep böyle kalacak” dedi.

İnsan Olmayı Başarabilmeliyiz 

Oyuncu Dilek Serbest, asıl ortak noktanın insan olmak olduğunu belirterek insan olmayı başardığımızda daha güzel bir dünyada yaşayacağımıza inandığını söyledi. Serbest, kadın-erkek ayrımı yapmanın anlamsız olduğunu belirterek, “Ben kadının O erkek ama biz insanız. Toplum kadına da erkeğe de rol biçmiş olabilir, buna uymak zorunda değiliz. Kadının fiziksel açıdan kaynaklanan tabi ki görevleri, duyguları ve yaşayış biçimi farklılıkları var ama bu ayrışmayı doğuracak durumlar olmamalı” diyerek, Cumhuriyetin kadınlara farklılıklarıyla iş ve ev hayatlarında erkeklerle özgür bir şekilde bir arada yaşamayı öğrettiğini söyledi.

Cumhuriyet Kadını Özgür Olmalı 

İki bölüm halinde gerçekleşen söyleşide Yazar Selda Terek Bilecen genel itibariyle kadına karşı uygulanan pozitif ayrımcılığa karşı olduğunu savundu. Cumhuriyet kadını özgür olmalı, toplumun her alanında eşit bir şekilde eşit haklarla yaşamalı, istenilenin aksine ayakta kalabilmek için erkek gibi kadın olmamalı; kadın, kadın gibi olmalı dedi. Bilecen: ”Özgürlük verilmez kazanılır. Kadın özgürlüğünü kazanırken bunu kendi eliyle kendi tırnağı ile kazanmalı. Haklarını kendi isteyip almalı ki günü geldiğinde desteğe ihtiyaç duymadan hakkını savunmalı.” diyerek sözlerini tamamladı.

Bakırköy Belediyesi “Pozitif Psikoloji Uygulamaları” Başladı

Bakırköy Belediyesi sosyal sorumluluk projelerine devam ediyor. Bakırköy Belediyesi ve Psikoklinik ve Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi arasında düzenlenen protokolle “Pozitif Psikoloji Uygulamaları” hayata geçirildi. Proje’nin imza töreni Bakırköy Belediye Başkan Yardımcısı İhsan Bahri Bellek, Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi kurucusu, Uzman Klinik Psikolog Orhan Gümüşel’in de katılımıyla Bakırköy Belediyesi Tarık Akan Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.

HER YAŞTAN VE HER EĞİTİM DÜZEYİNDEN İNSANA BİRLİKTE YAŞAMA ANLAMINDA KATKI SAĞLAMA

 “Pozitif Psikoloji Uygulamaları” İsmiyle hayata geçirilen projeye göre her yaştan ve her eğitim düzeyinden insanın katılımına açık, katılımcıların entelektüel birikimine, kişisel farkındalık ve gelişimine katkıya yönelik gündelik yaşam kalitelerini güçlendirme ve iyileştirmeye yönelik programlar olarak düzenlenecek bir sosyal sorumluluk projesi geliştirmek ve uygulamak amaçlanmıştır. Bu kapsamda her yaştan ve her eğitim düzeyinden insanın; hem kişisel hem de birlikte yaşama anlamında vizyoner, katılımcı, empatik yaklaşıma sahip özellikle kadın, çocuk ve aile kavramlarına bilinç düzeyini artırmak, toplumun gelişme dinamikleri olan birlikte üretme, paylaşma, karşılıklı haklara özen gösterme gibi alanlarda bilgilendirme, görüş alışveriş ortamı sağlama ve farkındalık oluşturma amaçlanmıştır.

Projenin kısa vadeli hedefi; İstanbul ili Bakırköy ilçesi genelinde “Pozitif Psikoloji Uygulamaları” ekseninde bilgilendirme ve farkındalık oturumları düzenlemek ve katılimcıların; kişilik kaynaklarının tespiti, farkındalık oluşturma ve bunları verimli kullanmaya yönelik uygulama içeriklerinin kazandırılmasıdır.

PROJENİN ORTA VADE HEDEF İSE BUNU İSTANBUL ILI GENELİNDE YAYGINLAŞTIRMAK VE UYGULAMA RUTİNİNİ OLUŞTURMAK

Uzun vade hedefler ise proje bazında ve katılımcı bazında olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Proje bazında; uygulama sonuçlarını da değerlendirerek basım aşamasında olan uygulama kitabının el kitabı olarak tüm sosyal belediyecilik sistemi içinde aktif kullanımını sağlamak yoluyla “Koruyucu Ruh Sağlığı ” alanında kamusal yönetim ve özel sektör işbirliğine dair örnek bir model oluşturmaktır.

Katılımcı bazında ise; bugünün ve geleceğin sahibi olarak özellikle gençlerin ve kadın erkek her yaş, eğitim ve inanç kültüründen insanlarımızın yaşam farkındalığını üretken bir yapı içinde ülke ve toplumun geleceğine fayda sağlayıcı niteliğe ulaşması, kaynak yönetiminde becerikli, toplumun ilerleme dinamikleri olan birlikte düşünme, paylaşma ve ortak hedef oluşturma gibi olgularla ilgili duyarlılıklarını artırmak yoluyla koruyucu ruh sağlığı alanında kamu ve özel sektör işbirliğine dair örnek bir model oluşturmaktır.

20.YÜZYIL BİREYE İNDİRGEMECİLİĞİ SOSYAL DEĞERLERİN YIPRANMASI SONUCUNU DA BERABERİNDE GETİRMİŞTİR
Günümüz hızlı gelişen ve değişen modernitesi ile beraber değerler sisteminde de özellikle tüketime dayalı bir yönetim öne çıkmıştır. Kapital sistemin talebe orantılı arz değil de ihtiyaçları direkt etkileyerek tüketim yaratma çabası ile birleşen 20.yy bireye indirgemeciliği sosyal değerlerin yıpranması sonucunu da beraberinde getirmiştir. Hızlı döngülü tüketimle beraber birçok beklenti de kazanmaya dayalı rekabet olarak açıklanabilecek tek ve güçlü bir yapıya dönüşmüştür. Asıl tehlikede burada başlamaktadır. Bir toplumun ilerleme dinamikleri olan ortak hedef ve beklenti oluşturma, paylaşma, uzlaşma, sebat etme, karşılıklılık ilkesi, adalet, haklar ve sorumluluklara özen, tolerans gibi birçok değer kazanmaya dayalı rekabet potasında güçlünün haklı ve hakkı olduğu bir kısırlıkta erozyona uğramıştır. Bu erozyonun tamirinde en önemli görev eğitim kurumları, kamusal yönetim ve özel sektör işbirliğinde geliştirecek hizmetlere düşmektedir. Sosyal ve kültürel değerlerin yeniden oluşturulması insanın yeniden kendine dönmesi ve zenginleşmesi adını yeni nesillere sosyal değerlerle ilgili temellendirilmiş ve tatminkar bir yaşam düzeneğinin oluşturulması kaçınılmazdır.

BAKIRKÖY BELEDİYESİ’NDEN ÖNEMLİ BİR SOSYAL SORUMLULUK ÇALIŞMASI “POZİTİF PSİKOLOJİ UYGULAMALARI”

 Bakırköy Belediyesi sosyal sorumluluk projeleri kapsamında ve Psikoklinik ve Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi ile birlikte  “Pozitif Psikoloji Uygulamaları” hayata geçirildi. Projenin imza törenine Bakırköy Belediye Başkan Yardımcısı İhsan Bahri Bellek ve Psikoklinik ve Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi kurucusu, Uzman Klinik Psikolog Orhan Gümüşel ve diğer yetkililer katıldı.

Bakırköy Belediyesi ve Psikoklinik ve Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi bu projede ile halka açık panel, konferans, sohbet oturumları düzenleyecek. Gelecekte yapılacak yeni protokol ve çalışmalarla “İlk Adım İstasyonları”, “Koruyucu Ruh Sağlığı Danışmanları” yetiştirme ile okul rehber öğretmenlerinin yetiştirilmesi gibi farkındalık hizmet alternatifleri değerlendirilebilecektir.

Kaynak:34volt

TEOG Falan Filan…

TEOG… Eski adıyla SBS, daha da eski adıyla LGS hatta en eski adıyla Anadolu Lisesi sınavı.
Sonuçta; neresinden bakarsanız bakın “Liseye geçiş sınavı”.

Hani isminin sonuna falan filan ekleyince yanlış anlaşılmasın. Herhangi bir alt mesaj ya da değersizleştirme çabam yok. Hatta belli bir perspektiften bakınca sosyal adalet adına her sosyo demografik gruptan gençlerin daha iyi eğitim koşullarını elde etmek adına sınandıkları bir sistem.

Bütün adayların -sınav sürecince- eşit koşullarda aynı soruları çözdüğü varsayılan bir adil eğitim düzeneği. Sınav hazırlık sürecinde bunun böyle olmadığını zaten herkes biliyor. En başta; bugünün anne babaları ve de eğitimcileri kendi hayatlarındaki hazırlık süreçlerinden biliyor.

TEOG; başarmak adına başaramama kaygısı ile hazırlanılan sınav! Neden kaygı ile hazırlanıyoruz? Galiba herbirimizin kendi adına çünkülerimiz var bu sınavla ilgili.

Çünkü; iyi bir lise, iyi bir üniversite demek. O da iyi bir iş. Yüksek pozisyon. İmrenilesi bir kariyer ve bol para.

Buradan bakınca doyumsuzluk, mükemmelliyetçilik, elitist ve güç odağı insan yetiştirme arzusu gibi görüp kızgınlıkla karışık duygular da yaşayabiliriz.

Halbuki yaşanan gerçek var hepimizin gözü önünde! Güçlü olmak zorunluluğu, kazanmak gereği… Hep en iyiyi yapmak zorunluluğu var. Bir kere hepsi kendi hayatlarımızda var. Haliyle de kaçınılmaz sonuç; “Gelecek Kaygısı”.

Zurnanın zırt dediği yer de tam burası. Kazanmak uğruna zaman, para, akıl gibi en kıymetli kaynaklarımızı sınırlarını aşarak yatırdığımız bir süreçte hareket noktamız gelecek kaygısı olursa bu hazırlık sürecini yönetecek psikolojik kondisyon ve donanımın verimli olması imkansızlaşıyor.

Bizim ülkemizin bir gerçeği var. Biz bir muz cumhuriyeti değiliz belki ama Dünya coğrafyasında en önde gelen sınav ülkesiyiz. Daha anaokulu veya ilkokula başlarken testten geçiriliyoruz. Bazı eğitim kurumları zeka testi sonuçlarını istiyor kayıt aşamasında. Zeka testinde belli bir kategoriye giremeyen arzu ettiği o kuruma da giremiyor. Komik gelecek belki ama zeka testine çocukları hazırlayanlar bile var.

Bu da yetmiyor spor, sanat gibi yaşamın atar damarlarında bile yarış söz konusu. Kazanmaya dayalı insafsız rekabet anlayışı grup davranışını ve estetiği öğreneceğimiz alanlarda bile küçücük çocukların aklını ve yüreğini “kazanmak” belası ile çarpışmaya mecbur kılıyoruz.

Dahası; ergenliğe giriyor çocuklarımız. Kendilerini, diğerlerini, ilişkileri ve hayatı tanıma ve tanımlamaya çalıştıkları bir süreç. Biraz bulanık, biraz gergin çokça da hızlı ve değişken yıllar.

Değişmeyen ne var derseniz? Tek bir şey! Kazanmak zorunda oldukları sınavlar.

Sonra Lise çağları geliyor: Durum değişiyor mu? Tabi ki hayır. Üniversiteye giriş sınavı. Vizeler finaller… Yetti mi? Yetmez. Uzmanlık sınavları. Ya sonrası iş mülakatları.

Kamu ya da özel sektör fark etmiyor. Hem de koşulları sürekli değişen ve eleminasyon karakteri daha da belirginleşen milyonlarca gencin sınandığı testler. KPSS, ALES, YDS, TUS ve diğer özel yeterlilik sınavları. Ne traji komiktir ki; bu ülkede işten çıkarmada bile sınav yöntemine başvurulduğu örneği vardır.

Uzun lafın kısası, bu ülke insanının yediden yetmişe güncel gerçeği sınavlar ve önemli gerilim noktalarından biri de sınanmaktır.

Şimdi bize düşen sızlanmak ve daha iyi politikalar üretebilene hatta daha iyi politikaları üretecek nesilleri yetiştirmek adına sızlana sızlana elimizde kaynak adına ne varsa topyekün hücum anlayışı ile sınavlara hazırlanmak değildir. Bize düşen; farkındalıkla ve iyi bir strateji ile bu süreçleri en verimli şekilde yönetmektir. Hem akademik, hem sosyal hem de duygusal olarak.

Süreci yönetmek nasıl olacak? Belli ve genellenebilir bir yöntemi var mı?

Herkes için geçerli bir tarif yapabilmek mümkün değil. Bir kere yönetilmesi gereken içerik ve koşullar değişken. Bu yüzden daha geniş ölçekte yaklaşımları kendi kaynaklarınla değerlendirerek bir rota çizme gereksinimi doğuyor.

Gerçeklerden hareket en çıkar yol durumundadır.

Sınavlara hazırlanan gençlerin akademik, sosyal ve duygusal iklimlerini etkileyen dört temel faktörden bahsedebiliriz. Bu dört temel faktör kaygı düzeyinin zihinsel becerileri engelleyici ve performansı düşürücü olması ile de yönetilmesi gereken ana tabloyu oluşturur.

Birincisi; sınavların karakteridir.

Teog gibi büyük ölçekte uygulanan sınavlar yapıları gereği eleminasyon karakterli sınavlardır. Bu sınavlar salt bilgi ölçen sınavlar değildir. Algı kapasitesi, yorumlama ve akıl yürütme becerileri, bilgiyi farklılaştırma yetisi, dikkat, konsantrasyon, algı ve reaksiyon hızı, stratejik düşünme, planlama, görev ve zaman yönetimi becerileri, motivasyon becerileri gibi bir çok beceriyi hem ölçer, hem ilişkilendirilmesini ister hem de bunlar da performans bekler. Örneğin sınav anında süreyi herhangi bir nedenle yönetememişseniz duygusal süreçleriniz bundan olumsuz etkilenir. Sınav esnasında panik duygusu ile çok daha hızlı hareket eder ve dikkat hataları yaparsınız. Belki de ilginiz kopar ve odaklanmanız bozulduğu için okuduğunuzu anlamaz hale gelirsiniz. Bazıları sorularda kullanmak gereken aritmetik bilgini daha sınavdayken kaç net çıkarabileceği hesabına döker. Ancak çoğunlukla bellek alanlarından gerekli bilgi geri çağrılıp ya hiç işlenemez ya eksik işlenir ya da hatalı. Sonuç; dikkat hatası, işlem hatası, ah ben o sembolü görmemişim vah basit soruyu kaçırdım olur.

Tabi bu duruma, ölçme ve puanlama sisteminde sık ve radikal değişikler yapılması eklenince belirsizliğin yarattığı kaygı da ekleniyor. Hedef yapılandırmada bir önceki dönemi referans alamadığınız için geniş çaplı hedefler koymak zorunda kalıyorsunuz ki motivasyonu sürdürmeyi zorlaştırıyor.

İkinci faktör ise; çevre.

Fiziksel koşullar ve akademik destek kaynakları doğal olarak bütün adaylar için aynı değil. Bu doğal karşılanabilir. Doğal olmayan büyük yarış içinde fiziksel kaynakları az olanların “Eksiklik” ile ilgili kaygıları, fiziksel kaynakları fazla olanların ise “Yapılan yatırımın karşılığı” karşısında hissettiği beklenti baskısı.

Sosyal çevre de ise; aile, öğretmenler ve arkadaşlar var.

Ailemiz sponsor ve taraftar desteği olarak bu süreçte önemli bir yol arkadaşı. Ama unutulmaması gereken kaynak sağlayıcı bu figürlerin piste inerek öğrenciler ile birlikte koşmaya çalışması önemli bir baskı ve güvensizlik mesajı da oluyor.

Öğretmenlerimiz, teknik ve taktik varyasyonları sağlayan kaynaklarımız. Sınavlara hazırlıkta bilgi kaynaklarımız. Burada sorun yok. Bu sürecin içindeki herkesin kabulu. Sorun bazen rekabet pompalamasının yarattığı baskı ve beklenti eşiğinin zorlu tutulduğunda ortaya çıkıyor. Beklenti eşiği yükseltildikçe hayal kırıklığı riski de ne yazık ki büyüyor. Bu riski gören öğrenci de baskı altında ezilebiliyor.

Arkadaşlarımız; düne kadar oyun oynadığımız eğlenceli insanlar. Sınava hazırlık sürecinden fanatik rakiplerimiz. Hatta en yakın olanlar ise üstüne bir kıyas figürü olanlar. Şu bir gerçek ki; artık oyun yok,  sohbetler sınav üzerine, programlar derslerden vakit bulabilirsen.

Üçüncü faktör; ihtiyaçlar.

İhtiyaçlar, hem hedeflerimizi hem motivasyon kurgumuzu hem rekabet anlayışımızı hem de stratejimizi belirliyor.

Bu sınavlarda başarıya neden ve ne kadar ihtiyacı olduğunu ortak akılla belirleyemeyenler için hedef yapılandırmasın da uzlaşılmış olamıyor. Bu durumda sürekli üzerinde konuşulan ve sıklıkla değişen planlardan bahsedebiliyoruz.

Dördüncü faktör, sınava hazırlanan öznesinin kendisi; öğrenciler.

Rekabete bakışları, rekabet becerileri, motivasyon kurguları, hayalleri ve çalışma alışkanlıkları ile öğrenciler.

Peki bu faktörleri nasıl yöneteceğiz?

Öncelik algıda. İki başat faktör girilecek sınavlar ve sınava girecek öğrenciler. Burada strateji sınavın gerekleri ile öğrencinin kaynaklarını örüştürebilmek gerek. Diğer iki faktör burada devreye giriyor. Destek kanalları olarak. Öğrenciyi sınavın akademik karakterine hazırlayacak olan öğretmenler ve sosyal destek kanalları aileler, arkadaşlar ve diğerleri.

Algısal örgütlenmede rol paylaşımları kaygı yönetimini kolaylaştıracaktır. Öğrenci planlamada rahat ve gerçekçi, uygulamada güdülenmiş ve motivasyonda sürdürebilir bir karakterde yoluna devam edebilecektir. Ondan sonrası rotaya göre sürüş teknikleri. Geçtiğin yolun yapısı, manzarası, virajı gibi… Ne zaman hızlanacak, ne zaman yavaşlayacak. Nasıl ve nedere mola verecek yol yardımını kimden ve nasıl alacak daha kolay yapacaktır.

Sadece uzak vadedeki beklenti eşiğine ulaşma karambolünden kurtulup tatmin eşiklerini yapılandırabilecek bu sayede yaptığı işi değerli hissedecektir.

Çare çok çalışmak, daha da çok çalışmak ya da çocukların deyimiyle “Çare Drogba” değil.

Çare; önce “akıl, güç ve çaba”da. Sonra “Aklını duvarın arkasına taşıyabilmek” becerisinde. Önce aklınla planyabilmek, bu plan dahilinde kaynaklarını kullanmak ve bunda sebatkar biçimde çaba göstermek. Kazandıkça, biriktirdikçe ve geliştikçe öğrendiklerini geleceğe yani duvarın arkasına taşıyabilmekte.

Çalışmak; çalışkan olmak. Belki de bu süreçte çocuklarımızın ve bizlerin öğrenmesi gereken en önemli şey. Asıl o zaman koca bir geleceği kazanacağız.

Çünkü bu ülkenin; büyük mühendislere, mimarlara, doktorlara ihtiyacı var, ancak bu ülkenin bir o kadar büyük hemşirelere, öğretmenlere, vinç operatörlerine, edebiyatçılara, sanatçılara ve sporculara da ihtiyacı var.

Unutmayın! Unutturmayın!

Hayat sınav değildir. Sınanmak hayatın içindedir.

Bu hayatta hepimizin, “Hayattan alacağı bir tad hayata katacağı renkler vardır”.

En çok da çocukların ve gençlerin.

Son söz;

Teog! Falan filan… Hepsi hikaye!

Yetişkin beklentilerin çocukluk çağı hikayesi…

Kararını Ver, Geleceğini Şekillendiren Sen Ol!

Neden herkes üniversite eğitimi almak istiyor? Üniversitesiz gelecek imkansız mı? Hangi üniversiteye gitmeli? Ailenin yanında mı okumalı başka bir şehirde aileden uzakta mı olmalı? Hangi bölümü okumalı? Hangi mesleği seçmeli?.. Sorular… Sorular…

Ya cevaplar? Bu ve benzeri sorulara verilen cevaplar ya yeni soruları doğuruyorsa?… Elbette işimiz daha zor olacaktır. Bu yüzden dayanak noktalarımızı oluşturmak ve bunlara göre karar vermemiz gerekir.

Muhakkak ki; verdiğimiz karar geleceğimizi şekillendirecek. Bunun kaygısını yaşıyoruz. Özellikle de üniversiteye aday öğrenciler ve aileleri olarak. Tercih danışmanları, öğretmenler, sektör çalışanları, üniversiteler, psikologlar ve nihayetinde anne-babalar ile söz konusu seçimin asıl öznesi aday öğrenciler.

İlk dayanak noktamız karar verme öznesinde ağırlığın kimde olacağıdır. Beklenen ve en uygun cevap genç yetişkin durumundaki aday öğrencilerin olması gereğidir. Bu ilk dayanak noktası önemlidir çünkü verilen kararın arkasında duracak olan karar vermede aslan payına sahip olmalıdır.

Beklenilenden aksi bir durumda; karşılaşılan ilk hoşnutsuzluk, zorluk gibi engel durumlarında kararın arkasında daha rahat durması gerekenin kararı alması gerekir ilkesini işletmek zorlaşır.

Ülkemizde seçiminden hoşnut olmadığı, umduğunu bulamadığı gerekçesi ile bir çok genç ya mecburiyetten devam etmekte ya da bir şekilde yaptıkları tercihleri terk etmektedirler. Bu kişisel anlamda bir hayal kaybı olarak görünse de toplumsal anlamda ciddi bir yetişmiş veya yetişmeye aday insan işgücü kaybıdır.

Karar vermede ikinci dayanak noktası çevredir. Meslek seçimini etkileyecek kişiler, kurumlar vs. Anne baba yatırımcı sıfatıyla beklenti oluşturacaklardır. Haklarıdır da! Sonuçta uzun bir eğitim sürecinde maddi manevi yatırımda bulunmuşlardır. Ancak bu haklarını bir yaptırım mekanizması olarak kullanmalarını öneremeyiz. Bu çocuklarına güvenmedikleri gerçeğini onaylamak olur. Kısacası anne babalar evlatlarına rehberlik edebilirler ve önerme gücüne sahiptirler ancak karar vermede güvenmek durumunda olmalılar ve zorlamaya girmemeliler. Çünkü ilerleyen dönemde işler yolunda gitmezse evlatları tarafından sorumlu tutulabilirler.

Tabidir ki bu kadar önemli bir kararı verirken profosyonellerden de yardım almak gerekir. Hem rehberlik anlamında hem de tercih tekniği anlamında. Tercih danışmanları geçmiş yılların referansı ve tercih eğilimlerini değerlendirmeleri münasebetiyle doğru adreslerdir. Adayın puanı, programların taban ve tavan puanları, burs oranları, sıralamalar gibi teknik verileri kullanarak  isabetli karar vermede büyük yardımları dokunur. Tercih dönemlerinde neredeyse her üniversite tercih danışmanları ile çalışmaktadır. Bu yüzden nasıl ulaşabilirim kaygısı da yaşamaya gerek yoktur.

Diğer bir çevre faktörü adayın lisedeki öğretmenleri ve okul psikolojik danışmanlarıdır. Oradan alınacak rehberlik de kararınızı değerlendirmede önemli veriler sunar. Çünkü öğrenme karakterinizle ilgili arşiv onlardadır ve siz artık onların geleceğe servislerinizdir. Bu nedenle sağlıklı bir rehberlik sunumu olma ihtimali yüksektir.

Bu dönemde belki de tek ve en önemli zararlı çevre etkisi şımarıkça alanından şikayet edenlere ve her önümüze gelenin kendince önerilerine gereğinden fazla kulak kabartmak ve kıymet vermektir. Böyle bir durumda aklınızın karışması kaçınılmaz olur.

Peki hangi bölüm, hangi meslek ve hangi üniversite?

Değişen yaşam kültürü ile bazı meslekler önemi ve değerini yitirmekte bazıları değer kazanmakta ve bazı mesleklerde gündeme gelmektedir. Akademik özellikli kariyer yapabileceğimiz ve sektörel kariyer imkanları artık eskisi gibi ayrışmamaktadır. Akademik bilgi ve sektörel bilgi entegratif biçimde hareket etmektedir. Bu nedenle tercih dönemi boyunca öncelikle alan tespiti kesinleştirilmelidir. Sosyal bilimler mi, yönetim bilimleri mi, temel bilimler mi?

Sonra bu alan kapsamındaki meslekleri sektör temsilcileri ve/veya akdemik dünyadan dinlemek gerekir. Dünü, bugünü ve yarını ile… Burada netleştikten sonra üniversiteyi değerlendirmek gerekir. Eğitim planlaması, pratik olanakları, akademisyen kadrosu, mezunlarının takibi, Dünya üniversiteleri ile “karşılıklı” entegrasyonu gibi özellikleri ile. Seçme listemiz içinde olan bölümlerini de özellikle değerlendirmeliyiz. Çünkü her üniversitenin farklı bölümlere daha çok yatırımı olabilir. Sizinle alakasız bir bölümün yatırımı ile seçim yaparsanız hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.

Sonuçta asıl olan, geleceğinizin seçimini yaptığınızdır. Nasıl ve hangi koşullarda bir hayat süreceğiniz? Gelecekte kimlerle olacağınız hatta belki müstakbel eşinizdir seçtiğiniz. Bir kimlik seçimidir isminizden önce gelecek olan. Sizi niteleyecek… Dr. Aşye, Öğretmen Kemal, Mühendis Ahmet, Hakim Neşe gibi…

Ne istediğiniz, kim olduğunuz ve neler yapabileceğinizi hesaplayarak seçim yapın.

Duygularınızla düşünün aklınızla karar verin.

Karar verin! Geleceği”nizi” şekillendirin.

İTÜ Kariyer Günleri’nde öğrenciler bilgilendirildi

Uzm.Klnk.Psk. Orhan Gümüşel İTÜ Kariyer Günleri kapsamında İTÜ GVO Ekrem Elginkan Lisesi öğrencileri ile buluştu.

İki ayrı oturum şeklinde gerçekleştirilen sunumlarda Psikoloji eğitimi tercih etmek isteyen öğrencilerle; Psikoloji bilimi, diğer disiplinlerle ilişkileri, Dünya’da ve Türkiye’de Psikoloji’nin yeri, çalışma sahaları, çalışma şartları ve Psikoloji’nin geleceği gibi konular değerlendirildi. Nazik davetleri ve ev sahiplikleri için  İTÜ GVO Ekrem Elginkan Lisesi’ne teşekkür ederim.

YAPARIM YAPMAM – Orhan Gümüşel ile Pozitif Psikoloji ve Ergenlik

Uzman Klinik Psikolog Orhan Gümüşel, “Yaparım Yapmam” programında Dr. Ebru Nurluoğlu’nun konuğu …

Pandemide Duygu ve Zihin Sağlığı

Uzm. Klnk. Psk. Orhan Gümüşel “Pandemide Duygu ve Zihin Sağlığı” gröüşlerini canlı yayın etkinliğiyle …