TEOG Falan Filan…
TEOG… Eski adıyla SBS, daha da eski adıyla LGS hatta en eski adıyla Anadolu Lisesi sınavı.
Sonuçta; neresinden bakarsanız bakın “Liseye geçiş sınavı”.
Hani isminin sonuna falan filan ekleyince yanlış anlaşılmasın. Herhangi bir alt mesaj ya da değersizleştirme çabam yok. Hatta belli bir perspektiften bakınca sosyal adalet adına her sosyo demografik gruptan gençlerin daha iyi eğitim koşullarını elde etmek adına sınandıkları bir sistem.
Bütün adayların -sınav sürecince- eşit koşullarda aynı soruları çözdüğü varsayılan bir adil eğitim düzeneği. Sınav hazırlık sürecinde bunun böyle olmadığını zaten herkes biliyor. En başta; bugünün anne babaları ve de eğitimcileri kendi hayatlarındaki hazırlık süreçlerinden biliyor.
TEOG; başarmak adına başaramama kaygısı ile hazırlanılan sınav! Neden kaygı ile hazırlanıyoruz? Galiba herbirimizin kendi adına çünkülerimiz var bu sınavla ilgili.
Çünkü; iyi bir lise, iyi bir üniversite demek. O da iyi bir iş. Yüksek pozisyon. İmrenilesi bir kariyer ve bol para.
Buradan bakınca doyumsuzluk, mükemmelliyetçilik, elitist ve güç odağı insan yetiştirme arzusu gibi görüp kızgınlıkla karışık duygular da yaşayabiliriz.
Halbuki yaşanan gerçek var hepimizin gözü önünde! Güçlü olmak zorunluluğu, kazanmak gereği… Hep en iyiyi yapmak zorunluluğu var. Bir kere hepsi kendi hayatlarımızda var. Haliyle de kaçınılmaz sonuç; “Gelecek Kaygısı”.
Zurnanın zırt dediği yer de tam burası. Kazanmak uğruna zaman, para, akıl gibi en kıymetli kaynaklarımızı sınırlarını aşarak yatırdığımız bir süreçte hareket noktamız gelecek kaygısı olursa bu hazırlık sürecini yönetecek psikolojik kondisyon ve donanımın verimli olması imkansızlaşıyor.
Bizim ülkemizin bir gerçeği var. Biz bir muz cumhuriyeti değiliz belki ama Dünya coğrafyasında en önde gelen sınav ülkesiyiz. Daha anaokulu veya ilkokula başlarken testten geçiriliyoruz. Bazı eğitim kurumları zeka testi sonuçlarını istiyor kayıt aşamasında. Zeka testinde belli bir kategoriye giremeyen arzu ettiği o kuruma da giremiyor. Komik gelecek belki ama zeka testine çocukları hazırlayanlar bile var.
Bu da yetmiyor spor, sanat gibi yaşamın atar damarlarında bile yarış söz konusu. Kazanmaya dayalı insafsız rekabet anlayışı grup davranışını ve estetiği öğreneceğimiz alanlarda bile küçücük çocukların aklını ve yüreğini “kazanmak” belası ile çarpışmaya mecbur kılıyoruz.
Dahası; ergenliğe giriyor çocuklarımız. Kendilerini, diğerlerini, ilişkileri ve hayatı tanıma ve tanımlamaya çalıştıkları bir süreç. Biraz bulanık, biraz gergin çokça da hızlı ve değişken yıllar.
Değişmeyen ne var derseniz? Tek bir şey! Kazanmak zorunda oldukları sınavlar.
Sonra Lise çağları geliyor: Durum değişiyor mu? Tabi ki hayır. Üniversiteye giriş sınavı. Vizeler finaller… Yetti mi? Yetmez. Uzmanlık sınavları. Ya sonrası iş mülakatları.
Kamu ya da özel sektör fark etmiyor. Hem de koşulları sürekli değişen ve eleminasyon karakteri daha da belirginleşen milyonlarca gencin sınandığı testler. KPSS, ALES, YDS, TUS ve diğer özel yeterlilik sınavları. Ne traji komiktir ki; bu ülkede işten çıkarmada bile sınav yöntemine başvurulduğu örneği vardır.
Uzun lafın kısası, bu ülke insanının yediden yetmişe güncel gerçeği sınavlar ve önemli gerilim noktalarından biri de sınanmaktır.
Şimdi bize düşen sızlanmak ve daha iyi politikalar üretebilene hatta daha iyi politikaları üretecek nesilleri yetiştirmek adına sızlana sızlana elimizde kaynak adına ne varsa topyekün hücum anlayışı ile sınavlara hazırlanmak değildir. Bize düşen; farkındalıkla ve iyi bir strateji ile bu süreçleri en verimli şekilde yönetmektir. Hem akademik, hem sosyal hem de duygusal olarak.
Süreci yönetmek nasıl olacak? Belli ve genellenebilir bir yöntemi var mı?
Herkes için geçerli bir tarif yapabilmek mümkün değil. Bir kere yönetilmesi gereken içerik ve koşullar değişken. Bu yüzden daha geniş ölçekte yaklaşımları kendi kaynaklarınla değerlendirerek bir rota çizme gereksinimi doğuyor.
Gerçeklerden hareket en çıkar yol durumundadır.
Sınavlara hazırlanan gençlerin akademik, sosyal ve duygusal iklimlerini etkileyen dört temel faktörden bahsedebiliriz. Bu dört temel faktör kaygı düzeyinin zihinsel becerileri engelleyici ve performansı düşürücü olması ile de yönetilmesi gereken ana tabloyu oluşturur.
Birincisi; sınavların karakteridir.
Teog gibi büyük ölçekte uygulanan sınavlar yapıları gereği eleminasyon karakterli sınavlardır. Bu sınavlar salt bilgi ölçen sınavlar değildir. Algı kapasitesi, yorumlama ve akıl yürütme becerileri, bilgiyi farklılaştırma yetisi, dikkat, konsantrasyon, algı ve reaksiyon hızı, stratejik düşünme, planlama, görev ve zaman yönetimi becerileri, motivasyon becerileri gibi bir çok beceriyi hem ölçer, hem ilişkilendirilmesini ister hem de bunlar da performans bekler. Örneğin sınav anında süreyi herhangi bir nedenle yönetememişseniz duygusal süreçleriniz bundan olumsuz etkilenir. Sınav esnasında panik duygusu ile çok daha hızlı hareket eder ve dikkat hataları yaparsınız. Belki de ilginiz kopar ve odaklanmanız bozulduğu için okuduğunuzu anlamaz hale gelirsiniz. Bazıları sorularda kullanmak gereken aritmetik bilgini daha sınavdayken kaç net çıkarabileceği hesabına döker. Ancak çoğunlukla bellek alanlarından gerekli bilgi geri çağrılıp ya hiç işlenemez ya eksik işlenir ya da hatalı. Sonuç; dikkat hatası, işlem hatası, ah ben o sembolü görmemişim vah basit soruyu kaçırdım olur.
Tabi bu duruma, ölçme ve puanlama sisteminde sık ve radikal değişikler yapılması eklenince belirsizliğin yarattığı kaygı da ekleniyor. Hedef yapılandırmada bir önceki dönemi referans alamadığınız için geniş çaplı hedefler koymak zorunda kalıyorsunuz ki motivasyonu sürdürmeyi zorlaştırıyor.
İkinci faktör ise; çevre.
Fiziksel koşullar ve akademik destek kaynakları doğal olarak bütün adaylar için aynı değil. Bu doğal karşılanabilir. Doğal olmayan büyük yarış içinde fiziksel kaynakları az olanların “Eksiklik” ile ilgili kaygıları, fiziksel kaynakları fazla olanların ise “Yapılan yatırımın karşılığı” karşısında hissettiği beklenti baskısı.
Sosyal çevre de ise; aile, öğretmenler ve arkadaşlar var.
Ailemiz sponsor ve taraftar desteği olarak bu süreçte önemli bir yol arkadaşı. Ama unutulmaması gereken kaynak sağlayıcı bu figürlerin piste inerek öğrenciler ile birlikte koşmaya çalışması önemli bir baskı ve güvensizlik mesajı da oluyor.
Öğretmenlerimiz, teknik ve taktik varyasyonları sağlayan kaynaklarımız. Sınavlara hazırlıkta bilgi kaynaklarımız. Burada sorun yok. Bu sürecin içindeki herkesin kabulu. Sorun bazen rekabet pompalamasının yarattığı baskı ve beklenti eşiğinin zorlu tutulduğunda ortaya çıkıyor. Beklenti eşiği yükseltildikçe hayal kırıklığı riski de ne yazık ki büyüyor. Bu riski gören öğrenci de baskı altında ezilebiliyor.
Arkadaşlarımız; düne kadar oyun oynadığımız eğlenceli insanlar. Sınava hazırlık sürecinden fanatik rakiplerimiz. Hatta en yakın olanlar ise üstüne bir kıyas figürü olanlar. Şu bir gerçek ki; artık oyun yok, sohbetler sınav üzerine, programlar derslerden vakit bulabilirsen.
Üçüncü faktör; ihtiyaçlar.
İhtiyaçlar, hem hedeflerimizi hem motivasyon kurgumuzu hem rekabet anlayışımızı hem de stratejimizi belirliyor.
Bu sınavlarda başarıya neden ve ne kadar ihtiyacı olduğunu ortak akılla belirleyemeyenler için hedef yapılandırmasın da uzlaşılmış olamıyor. Bu durumda sürekli üzerinde konuşulan ve sıklıkla değişen planlardan bahsedebiliyoruz.
Dördüncü faktör, sınava hazırlanan öznesinin kendisi; öğrenciler.
Rekabete bakışları, rekabet becerileri, motivasyon kurguları, hayalleri ve çalışma alışkanlıkları ile öğrenciler.
Peki bu faktörleri nasıl yöneteceğiz?
Öncelik algıda. İki başat faktör girilecek sınavlar ve sınava girecek öğrenciler. Burada strateji sınavın gerekleri ile öğrencinin kaynaklarını örüştürebilmek gerek. Diğer iki faktör burada devreye giriyor. Destek kanalları olarak. Öğrenciyi sınavın akademik karakterine hazırlayacak olan öğretmenler ve sosyal destek kanalları aileler, arkadaşlar ve diğerleri.
Algısal örgütlenmede rol paylaşımları kaygı yönetimini kolaylaştıracaktır. Öğrenci planlamada rahat ve gerçekçi, uygulamada güdülenmiş ve motivasyonda sürdürebilir bir karakterde yoluna devam edebilecektir. Ondan sonrası rotaya göre sürüş teknikleri. Geçtiğin yolun yapısı, manzarası, virajı gibi… Ne zaman hızlanacak, ne zaman yavaşlayacak. Nasıl ve nedere mola verecek yol yardımını kimden ve nasıl alacak daha kolay yapacaktır.
Sadece uzak vadedeki beklenti eşiğine ulaşma karambolünden kurtulup tatmin eşiklerini yapılandırabilecek bu sayede yaptığı işi değerli hissedecektir.
Çare çok çalışmak, daha da çok çalışmak ya da çocukların deyimiyle “Çare Drogba” değil.
Çare; önce “akıl, güç ve çaba”da. Sonra “Aklını duvarın arkasına taşıyabilmek” becerisinde. Önce aklınla planyabilmek, bu plan dahilinde kaynaklarını kullanmak ve bunda sebatkar biçimde çaba göstermek. Kazandıkça, biriktirdikçe ve geliştikçe öğrendiklerini geleceğe yani duvarın arkasına taşıyabilmekte.
Çalışmak; çalışkan olmak. Belki de bu süreçte çocuklarımızın ve bizlerin öğrenmesi gereken en önemli şey. Asıl o zaman koca bir geleceği kazanacağız.
Çünkü bu ülkenin; büyük mühendislere, mimarlara, doktorlara ihtiyacı var, ancak bu ülkenin bir o kadar büyük hemşirelere, öğretmenlere, vinç operatörlerine, edebiyatçılara, sanatçılara ve sporculara da ihtiyacı var.
Unutmayın! Unutturmayın!
Hayat sınav değildir. Sınanmak hayatın içindedir.
Bu hayatta hepimizin, “Hayattan alacağı bir tad hayata katacağı renkler vardır”.
En çok da çocukların ve gençlerin.
Son söz;
Teog! Falan filan… Hepsi hikaye!
Yetişkin beklentilerin çocukluk çağı hikayesi…